İnancım gereği et ve süt ürünleri yememde bir
sakınca yok. Belirli hayvanların iyi muamele edilip, kesilip, ihtiyaç kadar
yenmelerine müsaade edilmiş. Ekolojik dengede kimi hayvanların av olmasının
kaçınılmaz olduğu gerçeği de bu izni destekler nitelikte. Hayvanların
çektikleri acıların karşılığını öldükten sonra mükâfatlandırılarak
alacaklarından da hiç şüphem olmadığından, yemek için hayvan kesmek bana canice
gelmiyor. Yani hayvansal gıdalarla beslenmekle ilgili hiçbir problemim yoktu. Şimdi,
esasen kimseyi yiyip yemediği şeyler üzerinden eleştirmek haddimiz değil. Lakin
et yiyen herkese vahşi ve cahil muamelesi yapan kimi faşist veganlar yüzünden
vegan olmakla ilgili çok da olumlu bir izlenim yoktu kafamda. Birkaç hafta önce
Cowspricasy belgeselini izledikten sonraysa bu noktaya geldim: Vegan olmak ya
da olmamak, işte bütün mesele bu!
Bu belgeseli izlediğimde şok olmuş ve üstümde
depresyon bulutlarıyla geziniyor haldeydim. Vakitsiz kelimeler’den okuyup sıkı
sıkıya olmasa da, hayatım boyunca uygulayabileceğim şekersiz diyete başlamıştım
şeker inanılmaz zararlı bir şey olduğu için. İşin kötüsü tatlıyı gerçekten çok
seviyorum. Yani zaten şekersizlik benim için yeterince zorken bu veganlık
işinin nasıl bir darbe olduğunu siz
düşünün!
Üzerine hiç düşünmediğimiz tüketim
alışkanlıklarımızın sonuçları böyle şaşırmama ve vicdan azabı çekmeme sebep
oldukça şu kanıya vardım: çevreci bir yaşam suçluluk duygusunu arttırıyor.
Öğünlerimden hayvansal gıdaları çıkarmam şu an için mümkün değil benim için.
Ailemle yaşıyorum ve eti, tereyağını, sütü çok seven, tüketen bir aileyiz. Daha
sonra izlediğim şu video da Cowspricasy’nin katı vegan-ekolojik anlayışının
yapılabilecek tek doğru olup olmadığını sorguluyor. Hayvansal gıdalardan
ölümüne kaçınmak yerine bitki temelli, dengeli bir diyetle de çevreci olunabileceğini
söylüyor. Ben de en azından dışarıda yerken bu bilinçle hareket etmeye çalışıyorum
ve evde akşam yemeğinde ne yiyeceğimizi oylarken etsiz şeyler seçiyorum. Ekolojik
bir hayat sürmek söz konusu olduğunda ya hep ya hiç mantığından uzak durmamız
gerek bence. Bu uğurda yaptığımız büyük küçük her şey kardır.
Dipnot: Cowspiracy’de beni bu kadar etkileyen
neydi?
Cowspiracy’de anlatıldığına göre, çevresel krizin
en başı çeken sebeplerinden biri hayvancılık. Çünkü büyükbaşlar çıkardıkları
metan gazı ile atmosferde sera gazı birikiminin en büyük destekçisi, yine
özellikle büyükbaşların katı atıkları azımsanamayacak deniz ve kara kirliliğine
yol açıyor ve yılda tüketilen temiz su miktarının büyük çoğunluğundan gıda için
beslenen hayvanlar sorumlu. Brezilya Yağmur Ormanları kesilip yerine hayvan
yemi yapmak üzere mısır/buğday vs dikiliyor ve böylece bu muazzam
çeşitlilikteki eşsiz habitat yok ediliyor. Büyük çaplı endüstriyel balıkçılık
hem yenebilen hem yenmeyen su canlılarının neslinin tükenmesine sebep oluyor
çünkü yarım kilo yenebilen balık tutmaya çalışılırken yaklaşık iki kilo
yenmeyen deniz canlısı ağlara takılıp ölüyor. Yani hiç gündeme gelmemesine
rağmen balıkçılık deniz ve okyanusların sürdürülebilirliğini çok ciddi tehdit
ediyor. Fabrika mantığıyla kurulan büyük hayvansal gıda üretim merkezlerindeki
hayvanlara yapılan inanılmaz kötü muamele de cabası. Üstelik Türkiye’de kırmızı
et üretiminin ne kadar az olduğunu hesaba katarsak, yediğimiz etlerin çoğunun
ithal olduğu ortaya çıkıyor. Sonuç itibariyle, hayvancılık neresinden tutsak
elimizde kalıyor. Belgeseldekinin aksine sürdürülebilir bir hayvancılığa
inanıyorum ancak yine de bu et tüketimimizi elimizden geldiğince azaltmamız
gerektiği gerçeğine etki etmiyor.